Murat Karayalçın: CHP’de siyaseti örgüt değil oligarşik yapı belirler
ANKARA – Seçim sonrası değişim tartışmalarının hız kesmeden devam ettiği ve sertleştiği Cumhuriyet Halk Partisi’nin üst düzey isimlerinden eski SHP Genel Başkanı ve eski Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, partinin içinde bulunduğu sürece ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Tüm tartışmaların değerli olduğunu söyleyen Karayalçın, kırmızı çizginin CHP’nin bütünlüğü olduğunu söyledi.
Karayalçın, CHP’de siyasetin genel merkez yöneticileri ve danışmanlardan oluşan oligarşik bir yapı tarafından belirlendiğini, CHP’de siyasi tembellik olduğunu belirterek, “Dönüşüm talep ediyorum” dedi. CHP’nin nasıl bir dönüşümden geçmesi gerektiğine dair somut öneriler de sunan Karayalçın, sorularımızı şöyle yanıtladı:
CHP’de seçim sonrası değişim tartışmaları var. Sizce CHP’de ne değişmeli ve nasıl değişmeli?
Seçimden sonra tartışmayı çok değerli buluyorum. Ne düşündüğümüz, ne önerdiğimiz, ne istediğimiz konusunda hepimizin çok net olması gerekiyor. Tam olarak istediğimizi ortaya koyamazsak istediğimiz sonuçları alamayız. Kendim için bir dönüşüm talep ediyorum. Benim dönüştürmek istediğim Cumhuriyet Halk Partisi’nin teşkilat yapısıdır. Cumhuriyet Halk Partisi’nde yeni bir siyasi mimariye ihtiyaç olduğunu iddia ediyorum. Aslında bunu yıllardır söylüyorum, yeni bir şey değil. “Acaba önceki yıllarda yapılmayanı yapabilir miyiz, buna katkım olabilir mi?” Bunları düşünerek seslendiriyorum.
‘CHP’NİN SİYASETİ BİR ÖRGÜT DEĞİL OLİGARŞİK BİR YAPIDIR’
Nasıl bir dönüşümden bahsediyorsun?
Uzun yıllar Cumhuriyet Halk Partisi’nin örgütsel kapasitesi kullanılamadı. CHP teşkilatı yıllarca ve bu seçimde düşük bir kapasite ile çalıştı. Bunun nedeni, bir siyasi parti örgütünün sahip olması gereken üç işlevin örgüt tarafından aynı anda ve eşit olarak üstlenilememesidir. Bu üç işlevden ilki, kuruluşun politika belirlemesidir. Ama uzun yıllardır Cumhuriyet Halk Partisi’nde siyaseti bir örgüt değil, oligarşik bir yapı belirliyor. Bu oligarşik yapı; genel müdürlük müdürleri ve merkez danışmanlarından oluşan bir yapıdır. Maalesef kuruluş bu süreçte yer alamıyor. Bu nedenle örgüt zirveden belirlenen parti siyasetini içselleştirememekte ve vatandaşlarımıza aktaramamaktadır.
Teşkilatın ikinci temel işlevi, partinin milletvekili adaylarını, belediye başkan adaylarını, belediye meclis üyelerini ve il genel meclisi üyelerini belirlemektir. O da olmuyor. Oligarşi adaylarını da o belirler.
Sıradan işler olarak adlandıracağım üçüncü işlev ise broşür, pankart, afiş, seçim güvenliği gibi işlerdir. Uzun yıllardır sırf bu çalışmalar yüzünden CHP teşkilatı sonlu tutulmuştur.
‘Siyasi tembellik yaşadık, BEYAZLARDA BİR PRENS BEKLİYORUZ’
Şimdi bu üç temel fonksiyondan sadece biri gerçekleşirse organizasyonel kapasiteyi kullanamazsınız. CHP teşkilatının bu seçimde de kullanılamadığını üzüntüyle görüyorum. Bu yapı bizi tembelleştirdi. Siyasi bir tembellik yaşadık, hala da yaşıyoruz. Diğer bir deyişle örgüt, işlevini tam olarak yerine getiremeyince kolay yollardan sapmaya başlamıştır. Mesela, “Yakışıklı biri gelsin çok güzel hitabet etsin” dedik. Sıkı çalışıyorsun. Yumruğunu masaya vursun.” Ben buna “prens şövalye veya bekleyen prenses” diyorum. “Biri gelip bunları yapsın.” Madem kurum tam kapasite çalışamıyor, böyle olsun. Ya da “Madem sahadan oy alamıyoruz, sağdan transfer edelim” anlayışı var. Bu, bana kıyasla siyasi tembelliğin başka bir örneği.
SABAH UYANIRSAN PARTİ YÖNETİMİ ‘SOL DİYE BİR ŞEY YOK’ DİYOR
Bu siyasi tembelliğin ve oligarşik yapının sorumlusu kim?
Hepimiz. Tüzükler, tarafların anayasalarıdır. Devletlerin de anayasaları vardır. Devletlerin anayasaları ihlal edildiğinde ne yapılacağı bellidir. Anayasa Mahkemesi’ne gidiyorsunuz. Ama mesela sol bir partiye üye olduğunuzu zannediyorsunuz ama bir sabah uyanıyorsunuz ve parti yönetimi “Sol düşünce arkaik bir düşüncedir. Zaten sağ sol diye bir şey yok.” (Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2018’de muhafazakar aydınlarla yaptığı görüşmede söylediği sözler) Tercih etmediğiniz, istemediğiniz bir yapıda kalıyorsunuz. Yani programınız ihlal edildi. Devlet anayasaları çiğnendiğinde gidilecek yer var ama parti hukuku çiğnendiğinde nereye gideceğiz, nereye başvuracağız? Bir bardak su içelim mi? Başka bir sisteme ihtiyacımız var. Partiyi yeniden yapılandırırken bunu yapı taşlarının ortasına koyabilmeliyiz. Bunun için özel bir şey düşünmemiz gerekiyor.
‘CHP KENDİNİ AÇIKÇA SOL, ATATÜRKÇÜ, AYDINCI OLARAK TANIMLIYOR’
“Sağ sol diye bir şey yoktur” sözünün parti kanununa ve programına aykırı olduğunu söylüyorsunuz. Genel Merkez yönetiminin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti hukukunu ihlal ettiği sonucuna varmalı mıyız?
Genel olarak partimizde program ihlalleri ve tüzük ihlalleri oluyor. “Sol diye bir şey yoktur. “Sağ ve sol aynıdır” ifadesi bir ihlaldir. Cumhuriyet Halk Partisi programında kendisini çok açık bir şekilde solcu, Kemalist ve aydın olarak tanımlıyor. Bu biziz. Bu değiştirilemez.
‘CHP TEŞKİLATI YENİDEN YAPILANDIRILMALI, MERKEZİ TEŞKİLAT VE MERKEZİ YAPI DEĞİŞTİRİLMESİ GEREKİYOR’
Bahsettiğiniz oligarşik yapıya karşı ne yapılması gerekiyor? Politik tembellik nasıl sona erdirilir?
Cumhuriyet Halk Partisi teşkilatı yeniden yapılandırılmalı, merkez teşkilatı, merkez yapısı değiştirilmelidir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin taşra teşkilatının yapısı da değişmelidir.
Yönetmeliğe yaklaşımımızın bana göre pek gerçekçi olmadığını söylemekle yetineceğim. Tüzük, bir siyasi partinin sosyal ve politik tasarımının somutlaşmış şeklidir. Yani parti olarak öncelikle bir tasarımınız olmalı. O zaman bu tasarım tartışılmalı ve hayata geçirilmeli, yani yasalaştırılmalıdır. Böylece işin bütünlüğünü sağlamış olursunuz. Modül kesme, bireysel elemanlarla ilgilenmemelidir.
‘KENDİ SEÇİMİMİZLE FARKLI İSİMLERLE ORGANİZE OLABİLECEĞİMİZ YERLER OLMALIDIR’
Burada tartışmamız gereken birkaç temel soru var. Onlardan biri; Siyasi Partiler Kanunu, askeri yönetim tarafından çıkarılmıştır ve Türkiye’deki tüm siyasi partileri hiyerarşik devlet tipi bir örgütlenmeye sahip olmaya mecbur etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin devlet tüzel kişiliğinin mahalli idareler üzerinde hangi yetkisi varsa, yani vesayet, siyasi partilerin genel merkezlerine bire bir yetki vermektedir. Bu yasaya uymak zorunludur. Ancak bu zorunluluğun dışında kendimize göre farklı isimlerle de örgütlenebileceğimiz yerler olmalı. Büyük bölgesel projelerde örgütlenmenin gerçek olduğunu düşünüyorum. Örneğin Konya Ovası sulama projesi. Orada örgütlenmeliyiz. Sosyal demokrasi dediğiniz şey bu.
İkincisi şu; mahalleden başlayıp yetkilerimizi devrederek gidiyoruz. Partiden aldığımız bu egemenliği nasıl kullanacağız? Şu anda merkezde tartışmalar tırmanıyor. “Güçlü bir Genel Sekreter olmalı” diye bir söz vardır. “Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin seçilmiş olmasına dikkat edilmelidir” diye bir söz vardır. Bu merkezdeki ağırlaştırılmış otoriteyi dengelediği düşünülen şeyler. Peki ya organizasyonlar? Yani tüm yetkiyi merkezde toplayıp merkezde dağıtmak doğru mudur? Yoksa yetkinin merkez ve kuruluşlar arasında paylaşılması daha mı doğru?
‘PARTİ MECLİSİNİN ÜYE SAYISI 200’E ÇIKMALI’
Farklı bir şey mi öneriyorsun?
Evet, farklı bir şey öneriyorum. Bugün genel lider, Merkez Yönetim Kurulu üyelerini kendi kararıyla atamakta ve görevlendirmektedir. Ve onlara hangi görevleri vereceğine karar verir. Merkezdeki otoriteyi ağırlaştırmayı tercih etsek bile, o otoriteyi nereye böleceğimizi düşünebilmeliyiz. bence şöyle; Parti Meclisi olabildiğince bağımsız seçilmeli, çarşaflar liste ile seçilmelidir. Genel lider, Parti Meclisi seçimi için kongreye liste sunmamalıdır. Performans ve başarıyı kim gösteriyorsa o gelsin ve Parti Meclisi çok çoğulcu bir yapıda olmalıdır.
60 Parti Meclisi üyemiz var ve bu 60 kişi iki ayda bir toplanıyor. Buna kadınlar ve gençler de dahildir. Ancak bu sistem işe yaramaz. Benim önerim Parti Meclisi üye sayısını 200’e çıkarmaktır. Bu 200 kişiden 81’i 81 ili temsil eden iller tarafından seçilmelidir. Bunlar doğrudan Parti Meclisi’ne gitmeli.
Geri kalanı kongre tarafından seçilmeli ve seçimlerinde bazı siyasi ölçekler kullanılmalıdır. Yani seçimlerde başarılı olan il ve bölgelere puan verilerek daha fazla temsil edilmeleri sağlanmalıdır. Yani başarıyı teşvik eden bir şey.
‘KOMİTELER ÖM’DE OLUŞTURULMALI’
Neden 200 kişi? Komisyonlar, TBMM’deki ihtisas komisyonları gibi kurulmalıdır. Sayı artırılabilir. Bunlar her zaman komiteler olmalıdır. Başkan yardımcıları ve sekreterler olmalı. Bu bizim enderunumuz. Demek gençlerimizi, hanımlarımızı burada yetiştireceğiz. Bu çalışmalar sadece masa başı çalışmalar olmayacak. Mesela tarım komitesi üyeleri Orta Anadolu sulama projesine gidecek. Yapımcılar CHP’li gençlerin, kadınların ve yönetim kurulu üyelerinin gelip proje üzerinde çalıştığını görecek. Bilmiyorum Dışişleri Komisyonu üyelerimiz, gençlerimiz, kadınlarımız ve diğer partililerimiz Kosova’ya gidecekler, Balkanlar’da, Kafkasya’da, Kıbrıs’ta, Suriye’de çalışmalar yapacaklar.
‘TÜM ADAYLARDA PUANLAMA SİSTEMİ İŞLETİLMELİ’
Adaylık süreçleri için bir öneriniz var mı?
Adaylık süreciyle doğrudan ilgili olmayan ancak süreci etkileyecek bir teklifim var. Tüm parti üyelerimiz için bir puanlama sistemi öneriyoruz. Dört hayati parametre vardır. Birincisi eğitim. Tüm parti üyeleri bu eğitimden geçecek. Eğitimi geçen parti üyeleri 0,40 puan alacak. Bu eğitim “Atatürk 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktı” eğitimi değildir. Nitekim katılım saatleri belirlenecektir. Örneğin dünya çapında yayınlanmış 4 değerli makalenin özeti istenecektir.
Diğer bir parametre, parti görevlerinin performansıdır. Bunu İstanbul’daki AKP’lilerden gördüm. Mitinge gelenler, resepsiyona gidenler puan alacak; 0.30 puan.
Üçüncüsü aidatlar. Kesinlikle ama kesinlikle olacak. Burada katı olmalıyız. Dolar da olsa ait olduğunu belirtmeli.
Dördüncüsü kıdemdir. Kıdeme 0,10 puan, kıdeme en düşük puanı veriyoruz.
Bu dört parametreden belli bir puan toplayanlar milletvekili adayı, belediye başkanı adayı, meclis üyesi adayı olacak. “Bu kadar puanı toplayamazsan aday olamazsın” diyeceğiz. “Bu kadar puanı toplayanlar, adayları seçecek noktaya gelecekler” diyeceğiz.
Bunlar en temel sınırlar olmalıdır. Ben yapısal dönüşümü böyle görüyorum. Bu yeterli olmayabilir, yanlış olabilir. Şimdi ben partili üst kimliğimle söylüyorum, “Ey partili sen de fikrini söyle. Siz de katkıda bulunun.” Yani sorun Ahmet’in gitmesi, Mehmet’in gelmesi sorun değil.
‘KIRMIZI ÇİZGİ PARTİMİN BÜTÜNLÜĞÜNDEN ENDİŞELİYORUM’
Devam eden tartışmalar da var. Kongreye giden süreçte isimler ve değişim ihtiyacı yüksek sesle ve biraz da sert bir şekilde tartışılıyor. Bu tartışmaları nasıl gözlemliyorsunuz?
Bu tartışma elbette faydalıdır. Yapanları kesinlikle kınamıyorum, yapılması lazım. Tek bir kırmızı çizgim var; parti bütünlüğü Tartışalım ama partinin bütünlüğünü koruyalım.
Parti birliğinin bozulacağı, bölüneceği endişeniz var mı?
Belki çok hassas davranıyorum ama dünyanın geneline bakıyorum, dünyadaki solun durumuna bakıyorum, Hindistan’a bakıyorum; Hindistan’ı kuran parti, kongre partisi solcu, cumhuriyetçi, laik bir partiydi. Şimdi Hindistan, Hindistan tarihinin en dindar yönetimine sahip. İsrail’e bakıyorum; İsrail Kurmay Partisi İsrail’i kuran partidir, tıpkı CHP gibi solcu, laik kadrolardır. Şimdi onlar silindi, İsrail tarihinin en dindar koalisyonu var. İtalya’da Mussolini çizgisinde faşist bir kadın siyasetçi İtalya’nın başbakanı. Alman sosyal demokratları yüzde 15’e düştü. İsveç’i sağcılar yönetiyor. Dünya solu bu tür bir kırılganlık yaşıyor. Bu beni huzursuz ediyor. Bu yüzden acele ediyorum. Bu nedenle “kırmızı çizgimiz” ifadesini kullanıyorum.
‘OYLARIMIZ YÜZDE 48 DEĞİL, YÜZDE 25 OY ALDIK’
Kemal Kılıçdaroğlu, seçimin ardından uzun bir sessizlik yaşadı ve sonrasında yaptığı açıklamalarda özeleştirel bir tavır sergilememekle eleştirildi. nasıl yorum yapıyorsun
Biz sosyal demokratız, solcuyuz. Özeleştiri solun temel kurumlarından biridir. Yani özeleştiri seansları yapılıyor ve özeleştirinin konuşması yeterli görülmediğinde “Biraz daha özeleştiri yap” deniliyor. Kemal Bey gerçekten önemli, ağır ve bence başarılı bir çalışma yaptı. Ama bu yanlış yorumlanıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal’in aldığı yüzde 48’lik oy oranı bazıları tarafından başarı olarak yorumlanabilir. O yüzde 48 bizim oyumuz değil. O yüzde 48’in yüzde 25’i bizim oyumuz. Geri kalan oylar ise “Tayyip Erdoğan Hadi Gidelim Partisi” üyelerinin oyları. Bu bizim için bir başarısızlıktır. Bunu gözden kaçırmamalıyız. Bence çıkış yolu bu, tartışacağız, eleştireceğiz, özeleştiri yapacağız.
CHP Grup Başkanı Özgür Özel ile görüştünüz. Gündeminizde neler vardı?
kutlamaya gittim Küme Başkanlığı ile ilgili geçtiğimiz süreçlerden bahsettik. Sana anlattıklarımı, fikirlerimi söyledim. Ancak genel liderlik adaylığına bahis oynamadım. Ancak adaylık çok doğal bir haktır.
Yerel seçimler yaklaşıyor. CHP’nin stratejisi ne olmalı?
Sadece kendi iç tartışmalarımızı sonlandırarak ve uygun gördüğümüz arkadaşlarımızı tavsiye ederek bu seçimlere hazırlanmamızı yeterli bulmuyorum. Türkiye’de şehirlerin nasıl yönetileceğine dair bir yerel yönetimler programımız olmalı. Türkiye’nin şehirlerindeki sancılı sorunları nasıl çözeceğiz? Konut sorununu nasıl çözeceğiz? Bunu söylemeliyiz. Bir kongre olmalı. Sadece yerel yönetimler için birkaç günlük bir kongre yapabilmeliyiz. Kent hakkı gibi yeni kavramları tartışabilmeliyiz. Vatandaşlarımızı, şehirlerde yaşayan seçmenleri heyecanlandırabilmemiz, onlara umut verebilmemiz buna bağlı.
‘ÖZDAĞ İLE İMZALANAN PROTOKOLÜ GERÇEK BULMUYORUM’
Kılıçdaroğlu, seçimin ikinci versiyonunda daha sert, daha milliyetçi bir söylem kurdu. Vatan Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile de protokol imzalandı. 14-28 Mayıs ortasında tercih edilen siyasi konum yanlış mıydı?
Sayın Ümit Özdağ ile Genel Liderimizin imzaladığı protokolü doğru bulmuyorum. Kimse bize “Anayasa’nın ilk 4 maddesini kabul ediyorum” diye bir yazı imzalatamaz. Çünkü aslında bizim. Unsurlarımız. Onu getirdik. Kim, kimdir bize ‘Bunu bir protokole bağlayalım’ diyor. Bu kadar olur mu? Yoksa kayyumla ilgili başvurular kabul ediliyor mu? Yerel iradeyi hiçe sayan bir şey olabilir mi? Belediye başkanının kararı ilahiyat meselesiyse neden yerine memur geliyor? Belediye meclisinden seçin.